13 Mayıs 2011 Cuma

8 Kasım 2010 Pazartesi

5 Ocak 2010 Salı

Farkında mısın hayat?

Ey hayat! Senin için sevinçlerimden mavi uçurtmalar, umutlarımdan dinlenilesi masallar, düşlerimden kağıt mendiller yaptığımı hissediyorum. Seni, sesini, gülüşünü, tenini ve çıplaklığını hissediyorum. Sonra da oturup sana bez bebekler dikiyorum, rüzgar oluyorum uçurtmalarına, denizlerine martı, uzaklarına yakın oluyorum. Ne zaman yüreğine çağırsan beni; tepeden tırnağa ısındığımı, seni, umutlarımı, insanları ve düşmanlarımı bile çok sevdiğimi hissediyorum. Sen bana yaşadığımı, sen bana kendini, sen bana mutluluğumu hissettiriyorsun. Sen bana kadınları sevdiriyorsun hayat.
***
Seni tanımış olduğum o gün, ömrümün yaşanılarak kazanılmış unutulmaz bir günüdür. Senin dünyadandaki yerimin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Nesin sen? Kimsin? Bak kalbim ellerine kaldı. Git de ellerini bulaştırma kalbime desem, içim acıyacak biliyorum. Ey hayat, hadi üstüme gel. Belli ki ağladığımı görmek istiyorsun. Olsun be, ben senin kabuğunu parçaladığını, ben senin sevgiye ve sevince açmak istediğini biliyorum ya. Sonra bir anlıyorumki hayat; seni anlamaya gelen herkese kocaman yenilgiler bağışlıyorsun. Farkındamısın bilmiyorum, oysa sen durmadan kendine ve aşka yeniliyorsun. Yenildikçe de derin bir iç kanama geçirip sarsılıyorsun. Durmadan yeminler ediyorsun kendinin ve gençliğinin üstüne. Sonra sıkıca örtüyorsun üstünü, hatırladıkça yenildiklerinin. Hatırladıkça utanıyorsun, utandıkça yeniliyorsun.
***
Gizlendiklerinde saklıyorsun kendini, sakladıklarına gizliyorsun isteklerini. Beynin zehirliyor kalbini. Oysa kalbin biliyor istediklerini, tıpkı usta bir bilici gibi. Korkuyorsun, ama korktuğundan korkmuyorsun. Tıpkı rüzgarda titreyen bir mum alevi gibi titreyerek, farkedilmekten, sezilmekten, hissettiklerinden,kendinden yüreğinden korkuyorsun. Hangi uçurumun kıyısına gitsen, dilin intiharın oluyor. Hangi dili sevsen, unutuyorsun o dile ait bütün sözcükleri. Ne yana baksan kendini ve kıyametini görüyorsun. Ne zaman sevsen tutuklu bir insanın çaresizliği ile irkiliyorsun. Uykularını bölen ıslıklardan ve kalbindeki tutsaklıktan kaçıyorsun. Kimi sevsen ondan ve kendinden utanıyorsun. Neye ısınsan ondan soğuyorsun. Sen yaşamayı seviyor, sevmeyi beceremiyorsun.
***
Yasağı olan her sevda, saklına bir acı daha ekliyor. Düşlediğin avlulara sızan her güneş, büyük bir karanlık bağışlıyor sana. Kaçıyorsun, soluk soluğasın nefes nefese kaçıyorsun. Kimden, neden kaçtığın belli değil. Mutluluklarını kullanmayı bilmeyen, şaşkın bir çoçuk gibisin adeta. Kalbin büyük bir çaresizlikle düşerken, ardına arkana bakmadan kaçıyorsun. Kalbin kimin seni kovalağını, kimlerden kaçtığını biliyor aslında. Aslında sen kendinden kaçıp kendini kovalıyorsun çocuk, acemi olduğun bu masalsı oyunda. Biliyorum yine yakınacaksın, yaşama dair bildiklerin ve yaşadıklarını bir bir sıralayarak bana, anlamıyor diyeceksin. Ya sen çoçuk, sen kendini anlamaya yetip de yetişebilecek misin? Sen kendini tanımıyorsun çocuk, sen kendini tanımadan tanıyıp kendini kandırıyorsun.
***
Bütün yalancı yüzler sahte itiraflarını satarken cesaret tüccarlarına bir bir, sense kalbini ve kendini aynada görmekten korkan, kayıp bir karmaşa olup çıkıyorsun. Anladım çocuk, anladım ki sen sevmeyi beceremiyorsun. Becerdiklerinle sevsen de yaşamı, sevdiklerinle beceremiyorsun aşkı.
***
Oysa uluorta bir yalan da olsa da dünya, mavi pencereni sonuna kadar açamıyorsun yaşama. Toprağa sıkı sıkıya sarılmış köklerin var biliyorum. Toprak diyorum, toprağa ama cesaretini süremiyorsun köklerinden dallarındaki yeşil yaprağa. Kazanmak için kazmıyorsun. Kazmak için kazıyorsun. Sonra sen dalıp gidiyorsun ve beyaz bir sis çöküyor Amasya'ya, senin de dalıp gittiğin bütün saatlerde ne Ferhat ile Şirin ne Yeşilırmak ne de elma bahçeleri ne de ben yokuz aslında. Sadece dalıp gittiğin anlar, kral mezarları kayalıkları ve beyaz bir sis var kendini gerçek diye zamana yutturup duran.
***
Şimdi saçlarında tarifsiz renkler eteklerinde asi rüzgarlarla hangi dağı tırmansan bir fırtına karşılar seni, hangi sokağa çıksan peşinde sakallı bir küfür gezinip durmakta. Hangi umutsuz ve gerçeksiz yalanı sevsen, çocukça bir doğrun ağlamakta. Ama ben sana sokakları serserice yürü demiştim çocuk, ömrünü asice yaşa.
Diyorum ya hangi ırmakta çırılcıplak yıkansan çıplaklığına dokunan sular donmakta, hangi güneşe sarılsan kocaman mavi bir gök yırtılmakta, ne zaman nefes alsan dünya durmakta, hangi yana yürüsen gittiğin yollar tıkanmakta, ama sen farkında değilsin ki çocuk. Oysa sen delirdikçe, yaşam seni daha da ciddiye almakta.
***
Ey hayat! Oysa biraz baksan göreceksin, biraz görsen bakacaksın; hayal ettiklerin ve umutların, gözlerine kurduğum o mavi salıncakta sallanıp durmakta.

14 Haziran 2008 Cumartesi

Afacan-Mavi

Afacan-Mavi ELA ELA LEĞOSE, KRİFAS KATNALEĞOSE Sepeti yere bırakan delikanlı, biraz da telaşla.._''Herhalde gelmeyecek''dedi._''Söz vermişse gelir '' Sen devam et .''işimizi bitirelim de... dedi arkadaşı. Artık akşam olmuştu. Gökyüzü çarşaf gibi,ay köyü aydınlatıyordu.karşıdaki ormandan ara sıra çakal sesleri ile karışık,şelalenin belli belirsiz uğultusu geliyordu. Kızlar erkekler, neşe içinde sepetlerindeki toprağı, tarlanın yukarı kısmına boşaltarak, tekrar aşağıya yöneliyorlardı.Dönüş yolu yokuş aşağı, ve sepetleri boş olmasına rağmen,sohbet için müsait olmalı ki.. dönüş daha uzun mu sürüyordu ne? Tarlanın aşağısında, sepetleri doldurmak için bekliyen gençler, neşe içinde gelenlerin dinlenmesine fırsat vermeden, sepetleri dolduruyor, sigara molası için, kendilerini toprağın üstüne atıyorlardı. İmece bir hafta önceden kararlaştırımış,haber salınmıştı gençlere, maksat toprak taşımak değil, iş bittikten sonraki horon... Sert esen rüzgar ve yağmur, tarlanın toprağını aşağıya doğru kaydırarak verimi düşürüdüğü için, yaz başlarında,tarlanın aşağısında biriken toprak, bir veya iki metre eninde, kırk elli santim derinliğinde kazılarak, sepetlerle tarlanın yukarısına taşınır.'' Bu iş için, ''Gününe gün'' denen (irğadiya) yani ''İmece'' düzenlenirdi. Ödünç alınan,bir gün geri verilecek emek anlamında...Tamamen bir gönül ve paylaşım işi.. Yorucu ama, işin sonunda eğlence varsa,hayır diyen olmazdı. Hele bir de,eğlencede ''Afacan'' kaval çalacaksa..Toprağın taşınma işi, akşamın ilerlemiş saatlerinde bitmişti. Gençler sepetlerini ahırın kanarına atarak, biraz dinlenmek için, kapı ağızında yere çöktüler. Sözlü şakalaşmlar başlamıştı! Kim az taşıdı? kim çok taşıdı? kim kaytardı? İçerden, herkese ayran dağıtıldı. Artık imecenin meyvesi olan horon zamanı gelmişti. Yorgunluk hat safhadaydı ama, kimin umurunda?..Karanlık da olsa, Mustafa ile Zehra'nın kaçamak bakışları, diğerleri tarafından akalandı, gülüşmelerle geçiştirildi.. Rakan tarafından,belli belirsiz birisinin farkedilmesi,hareketlenmelere yol açtı. Ay ışığında tek başına gelenin, Afacan olduğu belliydi. Üst yoldan eve doğru yönelmesi ile herkes, karşılamak için ayağa kalktı. Maviye çalan gözleri,sevecen bakışlerı, otoriteyi elden bırakmıyan tavrı ile, _''Selamünanaleyküm'' dedi kalabalığa._'Aleykümselam''diyen gençler, hemen dinlenmesi için yer verdiler. Afacan bir gençlere baktı,bir de horonun yapılacağı yere..Altın dişlerini ortaya çıkaran gülümsemesi ile enerjik bir görüntüsü vardı. Bütün köylerdeki eğlencelerde, o tercih edilirdi. Bayan olmasına rağmen, erkek gibi giyinmek, ona sportif ve pratik geliyordu. Ayaklarında kabaralı erkek çabulası..Pantolonu , beyaz çizgili erkek gömleği ve üstünde bağladığı peştemalı... Her zaman ceketliydi,yeleği, zinciri parıldayan köstekli saati.. Başında fesi ve etrafından sararak kulağından aşağı sarkıttığı, poşiye benzer keşanı, ona ayrı bir hava veriyordu. Parmaklarında çeşitli gümüş yüzükler, Kolunda saati,Çeketinin altından apaçık belli olan tabancası..İllaki sigarası. Erkeği andıran tavırları,sert yürüyüşü ve kararlı duruşu ile, bataryasını teftişe gelmiş topçu subayı gibiydi. Bekleyenler, hemen çayırların yanındaki geniş alanda, horon için yerlerini aldılar. Afacan, belinden sıyırdığı kavalını, prova edip, hafif bir yol havası ile giriş yaptıkdan sonra erkeklerin horonu başladı. Bir saate yakın, kan ter içinde kalıncaya kadar oynadılar. Şimdi Sıra kızlara gelmişti.iki erkek peşinden devamla kızlar oynayacak, ikinci erkek mustafa, elinde oynayacak kız, zehra olacağı, izlenen ince diplomasi sayesinde hınzırca, önceden kızlar tarafından planlanmıştı. Yabancı köylerden kimseler olmadığı için, kızların başı açık.. Keşanlar boyundan arkaya atılmış vaziyette.. Düz horon, atlama,sallama sık sara ve diğer oyun çeşitleri.. Yanakları şışıp indikçe, kavaldan dökülen nağmeler, gençleri coşturmaya yetmiş, ayaklarını yere daha bir ahenkle vuruyorlardı. Enstrüman üzerindeki hakimiyeti,yörenin folklörik yapısını iyi bilmesi,farklı bir melodik yapı ile, horona yön verebilme becerisi, Afacan'ı vazgeçilmez kılıyordu. Saatler ilerledikçe,Gençler durmak,afacan da, yorulmak nedir bilmiyordu.Bu eşsiz kaval virtiözü, ayağıyla yerde tempo tuttukca, çayırlardan kalkan toz zerrecikleri,tavana doğru yükseliyordu. Genckızlar ve delikanlılar, türkününün akışına uygun,ritmik ve estetik biçimde, kollar aşağıda,bazan kıvrık,bazen da yukarda... Eğilerek, diklenerek, bazen sert, bazan yumuşak biçimde, ayaklarını yere vurarak, arkadaşlarının el çırpmalarına gülümseyerek cevap veriyorlardı. Kafalarını sağa sola sallıyarak..Bazan melodiye eşlik ederek coştukca, balkonlardaki arkadaşları silahlara sarılıyor, peşpeşe karanlığı sese doğuyorlardı. Kalanas, Makiyanos, Fotgene,Havaşo'ya kadar eğlencelerinin haberi, komşu evlere kadar da, barutun kokusu ulaşıyordu... Horonun en coşkulu anında,''Tak'' diye bir ses... Afacan kavalını yere bırakıyor...herkes öylece kalıyor. Geleneğe uygun, Kavalın üstüne erkekler kesesine göre, para bırakıyor.. Genclerden biri parayı toplayım Afacan'ın yeleğinin cebine koyuyor.Kavalı yerden alan Afacan, kaldığı yerden devam ediyordu. Lüks ışığı altında gençler,terleyen yüzlerini silerken, daha bir iştahla asılıyorlardı oyuna. Mustafa ile Zehra'yı, arkadaşları horondan ayırıp, yerlerine yedekde el çırpanları aldılar. Onlar da bir köşeye çekilip sohbete başladılar. Horonu erkekler idare ediyormuş gibi görünse de,eğlencenin tamamını kızların idare ettiği belli oluyordu. Afacan'ın bu işte, en iyisi olduğu tescilliydi. Burdaki heyecenı ve coşkuyu da, kariyerinin sayfalarına yazdırmak istercesine, çeşitlemeler yapıyor, nağmenin ayrıntılarına geçiyor,türküye renk ve boyut kazandırarak,dantel gibi işliyordu. Horonda, kavalın nasıl çalınabileceğini işaret ediyor,melodiyi gelecek nesillere aktarabilmek için,alnından akan terin karşılığı olarak,herkesin yüreğine kazımasını istiyordu.. Kaval çalarken, gözleri ile gençlerin ayaklarını izleyip,tavırlların otantik, hareketlerin şirazesinde olmasına özen gösteriyordu. Biten ''İmece,, gecesinde,dostluğun, arkadaşlığın, yardımlaşmanın huzuru içinde, uçan halıya binen gencler, minnet ve şükran duyguları ile, büyük kaval ustasını, horon'un sonunda,fotgene'ye doğru gecenin karanlığında yolcu ediyorlardı. Elinde feneri, belinde parabellum tabancası ile.. Nuriçinde yat.. Afacan-mavi..